Fetih; gönülleri imana, beldeleri İslam açmak, insanlığın yüzüne yepyeni bir çağın esrarlı ikliminin ufkunu aralamak, ağrılı bir vücut gibi sızlayıp duran küfür beledisini tevhidin şifakâr kılıcı ile sıhhate erdirmek ve o belediyi “beled-i tayyibe” haline getirmektir. Fetih; zamana ve mekâna vahiy medeniyeti istikametinde bambaşka bir mânâ ve heyecan kazandırmaktır. Fetih; insanın insana taptığı, güçsüzün zulme uğradığı ortaçağ vâveylâ çukuruna uzanmış kurtarıcı bir iptir. Bu ip ile insanlık ortaçağ karanlığından yeniçağın aydınlığına kavuşmuştur.
Şüphesi ki her toplumun bir sonu vardır. Yıkılmaya ve yok olmaya layık topluluklar yerlerini yeni topluluklara bırakırlar. İmân, ahlâk ve ideallerin çürümesi, toplumun sosyal yapısını sarsan afetlerin de eklenmesi ile o toplumun mezarını kazar. Bu nedenlerle Bizans medeniyeti köhnemiş, ahlâksızlık ve zulüm had safhaya ulaşmıştır. Bizans halkı, isyan ediyor ve şöyle diyordu: “Konstantin (İstanbul)’de kardinal külahı görmektense Müslüman sarığı görmeyi yeğleriz.” İşte bu nedenle İstanbul, 29 Mayıs 1453’tebn çok önceleri fethedilmiştir.
İstanbul’un Fethi sadece iki askeri gücün karşı karşıya gelmesi değildir Aynı zamanda iki farklı medeniyetin iki farklı inancın karşı karşıya gelmesidir Bizans’ın köhnemiş zihniyetine ve halkına rağmen fetih erleri mükemmel bir ahlaki ve fikri yapıya sahiptirler. Onlarda; hak, hukuk, adalet, sevgi ve kardeşlik vardır. Bu sevgi, bu kardeşlik o kadar yüksek derecededir ki kendi nefsi için istediğini kardeşi için de ister. Bir misal verecek olursak; Fatih Sultan Mehmet fethe karar vermeden önce toplumun gerek maddi ve gerekse manevi planda fethe hazır olup olmadığını araştırmak amacıyla tebdil-i kıyafetle halkın Arasına girer. Bir dükkâna girerek birkaç çeşit malzeme almak ister. Dükkân sahibi istediklerinden birini verir ve diğerini de henüz siftah etmemiş olan komşusundan almasını ister. Komşu dükkana giden Fatih, yine isteklerinden birini aldıktan sonra başka dükkana gönderilir. Sultan Mehmet , “komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” hadisi şerifini hayatını kılavuzu yapmış bir toplum ile değil Kostantin’i cihanı fethederim, der. Ancak böyle bir toplumdan fatihler çıkabilir. Fatih’i fatih yapan o eşsiz inançtır. Bu topluluğu insanlara tıpta ettirecek seviyeye getiren hiç şüphesiz İslam’dır. Türkler ne zaman ki İslam’a sarılmışlar işte o zaman cihanın bayraktarlığını yapmışlardır. Ne zaman ki İslam’dan uzaklaşmışlar Türkler ne zaman ki İslam’a sarılmışlar İşte o zaman Cihan’ın bayraktarlığını yapmışlardır ne zamanki İslam’dan uzaklaşmışlar işte o zaman zulme boyun eğer hale gelmişler, kafirlerin kuklası ve hazır lokması olmuşlardır.
Böylesine mümtaz topluluk öyle bir Fatih yetiştirmiştir ki; devrinin gerektirdiği tüm vasıflara sahip bir dâhidir. Çok küçük yaşlarda teslim edildiği hocası Molla Gürani’den maddi ilimleri, Molla Hüsrev’den devlet idaresi usulünü ve hiçbir zaman yanından ayırmadığı, kendisine duyduğu büyük sevgi ve hürmetten dolayı daima arkasından yürüdüğü en buhranlı anlarında yardımına sığındığı hocası ve şeyhi Akşemsettin’den de manevi ilimler öğrenerek zamanın en ünlü en bilgili ve en başarılı bir devlet adamı olmuştur. Ana dilinden başka Arapça, Farsça, Latince, Yunanca, Fransızca ve İtalyanca gibi birçok dilleri de çok iyi bilen Fatih bilhassa matematik, astronomi, tıp, mantık, felsefe ve diğer bilim dalları üzerinde çok geniş bir kültüre sahipti. Bunun yanı sıra Fatih’in dehasını askeri strateji alanında da görüyoruz.
“Konstantiniyye elbette fetholunacaktır, onu fethedene ne güzel emir, onu fetheden asker ne güzel askerdir.” hadisini duyan Müslümanlar tarih boyunca Kostantiniyyeyi fethetmek istemişlerdir. Hicret’in 48. yılında Muaviye Bin Ebu Süfyan radıyallahu anh bir ordu teşkil edip başını Ezd’li kumandan Süfyan bin Avf’ı getirerek İstanbul şehrini karadan ve denizden muhasaraya aldırdı. Bu muhasara 30 bin şehit verildikten sonra İslam ordusu tam zaferi elde edemeden geri çekildi. Yezid bin Muaviye zamanında Konstantiniyye tekrar muhasara edilmiştir. Hicri 98’de Abdülmelik oğlu Süleyman yepyeni bir ordu ile teşkil edip, kumandanlığına kardeşi Müslime’ yi getirerek İstanbul şehrini fethine gönderdi. Bu orduya da Peygamberimizin mucizesi nasip olmadı. Abbasiler ve Selçukîler de defalarca Konstantin üzerine yürüdüler fakat şehri fethetmeye bir türlü muvaffak olamadılar. Osmanlılar daha önce 797 Hicri tarihinde muhasara etmişlerse de onlara da Fetih müyesser olmamıştır. Hicri 857, Miladi 1453 yılında II. Sultan Mehmet Han da Konstantini kuşatmıştır. Bu, asrında eşi görülmemiş bir muhasara idi. Gemilerin karadan yürütülmesi, devrinin en büyük toplarının çöktürülmesi, kuşatmada kullanılan zırhlı kuleler Kostantiniyye’nin sonunu getirmiştir. Günlerce süren muhafız aradan sonra nihayet 29 Mayıs 1453’te İstanbul fethedilmiş ve islambol haline getirilmiştir.
Fatih, insanlığı Bizans’ın zulmünden içine düştüğü ahlaki çöküntüden, fuhuştan ve sömürüden kurtarmak için İstanbul’u fethetmiştir. Bizans’ın karanlık göğünde bir şimşek gibi çakarak küfün zift rengi yüzünü, aydınlığa çıkarmıştır. Fatih, İstanbul’u fethetmekle kalmamış sokaklarına dahi İslam’ı hakim kılmıştır. Hristiyanlar birer ikişer gruplar halinde Müslüman olmaya başlamışlardır. İstanbul bize Fatih’in, Akşemsettin’in, Ulubatlı Hasanların emanetiydi, lakin biz bu emanete sahip çıkamadık. Onlar İstanbul’u islambol yapmışlardı ama biz İstanbul’u İsyan bol haline getirdik.