“İmamın dediğini yap, gittiği yoldan gitme!”
“Hocanın dediğini yap, yaptığın yapma!”
“Hocanın dediğini yap, gittiği yoldan gitme!”
Temmuz ayının sıcağı tepemizi kaynatıyor, buğdaylar biçilmiş, harmana yığılmış, karapatosların çalışma zamanı…
Ortaokul öğrencisiyim, seksenli yıllar. Doğu Anadolu’nun şirin köyü, Türkmen yuvası Erçene’deyim. Vakit öğle vakti, ezan okunuyor. Bugünkü gibi merkezi sistem yok, imam efendi erkenden gelip ezanı okumalı. Kendisi de diğer köylüler gibi reçberlik yapan imam efendi sıcağa rağmen harman yerinden camiye geliyor.
O günlerdeki hoparlörler bugünkü gibi güçlü değil ama ezan sesi köyün her tarafından duyulabiliyor, hatta harman yerinden, en uzaktaki bağ bahçelerden bile duyuluyor. Bugünkü gürültü kirlilikleri o gün yok.
Ezanla birlikte yazın sıcağından caminin serinliğine sığınıyorum. Camimizin duvarları topraktan, çatısı ahşap, haliyle serin oluyor, üzerine birde camimin manevi huzurunu eklediğinizde sizi kucaklayan engin denizlerde hissediyorsunuz.
Hoca minareden indi, safın önüne geçti, cemaat bir saf ya var ya yok. Köyde iş güç zamanı, harman zamanı, insanların tarlalardan işini bırakıp camiye gelmesi bu sıcak havada çok meşakkatli, bir de buna geri dönüşü koyduğunuzda herkesin yapabileceği bir şey olmuyor. Gelemeyenler harmanın gölgesine bir seccade atıp kılar. Neden bir ağacın gölgesinde değil dediğinizi duyar gibiyim, maalesef köyümüz kıraç bir köy, ağacımız sayılı, harman yerinde ağaç da yok gölgelikte yok.
Öğle namazının sünneti kıldık, cemaatten biri kalkıp müezzinlik yaptı, kametin arkasından farza durduk. Hoca selam verip farzı eda ettikten sonra müezzinin “Allahümme entessalamü ve minkesselam…” demesinin ardından hoca cemaate döndü ve “Muhterem cemaat, öğle ve yatsı namazının son sünnetlerini dört rekât kılmamızda büyük sevaplar vardır” dedi. Konuyu bir miktar daha izah ettikten sonra kendisi kalktı öğle namazının son sünnetine durdu. Cemaat da kalktı, hep birlikte öğle namazının son sünneti kılındı ve herkes son sünneti iki rekât yerine dört rekât olarak kıldı. Ben de ilk kez o gün öğle namazının son sünnetini dört rekât olarak kıldım.
Öğlenin sıcağı bir yandan bastırırken, harmanın yorgunluğu dizlere çökmüşken kimse oflamadı, üşengeçlik göstermedi huşu ile namazlarını iki rekât daha uzatarak eda etti. Bunlar mürekkep yalamış, ciltlerce kitap okumuş, fakülteler bitirmiş kişiler değil; İslam’ı ana babasından, cami hocasından öğrenmiş köylüler. Bilgilerini tartışabilirsiniz, amellerini tartışabilirsiniz ama imanlarını asla tartışamazsınız. Bunların kaya gibi sağlam kocakarı imanları var, elhamdülillah.
Hocanın dediğini de yaptık, gittiği yoldan da gittik 🙂
Bunları niçin anlatıyorsun der gibisiniz, sebebini söyleyeyim efendim.
Geçenlerde bir whatsapp gurubunda bir hocamız şöyle bir paylaşımda bulundu:
“Eskiden hocalar azimeti (zor/takva olanı) yapar, insanlara ruhsatları (kolay olanı) söylermiş. Bundan dolayı ‘Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma!’ sözünü kullanırlarmış.”
Osman Gülşen hocamızın bu paylaşımı çocukluğumdaki köyümüzün imamı ile yaşadığım o günleri bana hatırlattı da ondan dolayı bu hatıramı anlattım.
Dönelim whatsapp gurubumuza.
Bu paylaşımı çok beğenen Whatsap gurubunun kurucusu ve yöneticisi değerli kardeşim Aydın Başar Hocam konunun kaynağını sorduğunda Osman Gülşen Hocamız şunları yazdı:
“İmam-ı Azam hazretleri bir kabı yedi sefer yıkamış, yanında olanlar;
– Hocam, üç sefer yıkanınca temiz olur demiştiniz, siz yedi kez yıkadınız deyince, İmam-ı Azam;
– Evet, o fetvadır, ama ben takvayı seçiyorum, siz imamın dediğini yapın yaptığını yapmayın, demiş.”
Konunun kaynaklandırılması için ilim ve irfan sahibi Muhammed Talha Odabaşı Hocam, İsmail Lütfi Çakan Hocamızın Hadislerle Gerçekler kitabından alıntı yapılarak Diyanet İlim Dergisinde yayınlanan bir makalenin linkini paylaştı. Bu makalenin ilgili bölümü:
“Halk arasında yaygın bir ifade olarak kullanılan ‘hocanın dediğini yap, gittiği yoldan gitme’ sözü gerçek anlamına irca edilmelidir. Zira ‘din görevlisi halka doğruyu söyler ama kendisi yaşamaz’ diye anlaşılan bu sözün gerçek anlamı ‘din görevlisi, halka işin ruhsat/kolaylık tarafını söyler, kendisi ise azimeti tercih eder. Sen onun dediği kadarını yapmaya çalış, kendisinin, ihlaslı, muttaki ve önder olma sorumluluğunun bilinciyle son derece hassas ve hata yapmamak için azami dikkatle yerine getirdiği dindar yaşayışını taklide kalkışma, başaramazsın’ demektir.”[1]
“Hocanın dediğini yap, yaptığın yapma!” sözü zamanla bir atasözü olmuş, atasözlerimizin her biri bir yaşanmışlığa, bir tecrübeye dayanmıyor mu, işte bu sözün de doğru manası bu. Birçok atasözümüzü yanlış anladığımız gibi maalesef bunu da yanlış anlamışız. Gelecek nesillere doğru kültür mirası bırakabilmek için bu gibi sözlerin temellerini bilmeli, hakikatini kavramalı, mümkünse bunları yazılı hale getirmeliyiz. Çünkü söz uçar yazı kalır, demiş atalarımız.
Rabbim azimetle amel eden hocalarımızın sayısını artırsın.
[1] Diyanet İlim Dergisi, 2014 50/2, s. 131-144