Uhud’a gideceğimi duyunca bile bir hüzün kaplıyor içimi. Seyyidi Şüheda Hz. Hamza radiyallahu anhayı ziyaret etmek heyecan ve hüzün veriyor.
Ve Uhud meydanındayım.
Uhud dağı kırmızı toprağı ile Uhud meydanını gözlüyor. Adeta savaş yeni olmuş ve her taraf şehitlerimizin kanı ile toprak kıpkırmızı olmuş. Kılıç seslerini hissediyorum. O anı yaşıyorum.
O an orada olmak, Resûlullah’ı koruyan bir sahabe olmak istiyorum. Orada olmak, Hz. Hamza radiyallahu anhaya gelen mızrağın önüne durabilmek isterdim. Zira Allah Resulü O’nun için çok üzülmüştü. İstemezdim Resulümün üzülmesini, istemezdim O güzel insanın ölmesini. Ama O şuan Seyyidi Şüheda.
Sancağı görebiliyorum, Mus’ab radiyallahu anhın elinde. Bir elinde sancak, bir elinde kılıç. Genç öğretmen, önder insan, şemaili Peygamberimiz’e en çok benzeyen insan, artık şehitler kervanında. Vücudunda kılıç darbesi almadık yer kalmadığı halde sancağı bırakmayan güzel insan, Allah senden razı olsun.
Bir ses duyuluyor savaş meydanında: Allah Resulü öldürüldü. Mus’ab radiyallahu anhı Allah Resulü sanmışlardı. Bir ses daha duyuluyor: Allah resulü öldü ise siz ne diye yaşayacaksınız, kalkın ve ölün. Ve kalktı tüm sahabe, bir kez daha hücum ettiler. Öyle bir hücum ki düşmanı darmadağın etti. Lakin okçular, söz dinlemeyen güzel okçular, yerlerini terk ediyorlardı. Ve hüsran. Kazanılan savaş kaybediliyordu.
Savaş hüzünlü başlamamış mıydı? Peygamberimiz savunma savaşı yapalım demişti. Genç sahabeler, Bedir’e katılmayan sahabeler meydan savaşı istiyorlardı. Meydan savaşına ısrar edildiğini gören Peygamberimiz evine girip zırhını giymişti. Zırhını giydiğini ve yüz ifadesini gören sahabeler, Ya Resûlullah senin dediğin olsun diyor ama Peygamberimiz “Bir peygamber giydiği zırhı çıkarmaz” diyordu.
Ve Peygamber Efendimiz savaş meydanında. Büyük Peygamber, büyük komutan. Mükemmel bir meydan savaşı projesi belirliyor. Arkasında Uhud dağı, solunda okçular tepesi, karşıda müşrikler. Plan mükemmel ama plana uyulursa.
Ve uymamışlardı. Ordumuz dağılmış, Peygamber Efendimiz’in etrafını müşrikler sarmıştı. Bir grup sahabe canla başla Efendimiz’i korumaya çalışıyordu. Ama tek tek şehit düşüyorlardı. Bir kadın sahabe elinde kılıç Peygamberimizin bir sağında, bir solunda, bir önünde, bir arkasında. Kocasını şehit vermiş, oğullarını şehit vermiş ama O Allah resulü nerede diyordu. Nesibe Binti Kab’ın yüreğinde öylesine bir resul sevgisi vardı ki, O’nun için ölmeye hazırdı.
Ve Peygamberimiz’in mübarek dişleri kırılıyor, zaman duruyordu. Allah, Allah… Allah zamanı durduruyordu. Ve ilk kan yere düşecek olursa Allah yeryüzünü helak edecek. Rabbimiz Cebrail aleyhisselame, “Kulum Muhammed aleyhisselamın kanı yere düşmeden yetiş” diyordu. Cebrail aleyhisselam semadan o kadar hızlı iniyordu ki neredeyse kanatları yanacaktı. Ve kan yere düşmeden yakalanıyordu. O kan yere düşse idi halimiz nice olurdu. Sevenin sevdiğine dokundunuz mu, seven sevdiği için size dünyayı zindan eder.
19 Aralık 2006 – Medine