Komşuluk ilişkileri özellikle köy ve kasaba gibi küçük yerleşim bölgelerinde sosyal dayanışma açısından önemli olduğu gibi, ailelerin huzur ve güven içinde yaşamaları açısından da önemlidir. İyi komşuluk ilişkileri mutluluk ve sevincin paylaşılmasında, sıkıntı ve kederin göğüslenmesinde ayrı bir öneme sahip olduğundan fert ve ailelere toplum içinde destek olur. Dolayısıyla sosyal bünyeyi güçlendirir. Kötü komşuluk ilişkileri de sürekli rahatsızlık, güvensizlik ve yalnızlık hissi uyandırır.
Komşularla ilişkilerimizle ilgili geleneksel örf ve adetlerimizin çoğu İslami öğreti ile uyum içerisindedir. Bu örf ve adetlerin kökeninin, Hz. Peygamber’in Müslüman olsun olmasın bütün komşularla iyi ilişkiler tesis edilmesi, onlarla yardımlaşma içerisinde bulunulması, sevinç ve üzüntülerinin paylaşılması konusundaki ısrarlı telkinlerinden kaynaklandığı muhakkaktır.
Komşuluğun özünü; insanları bir araya getirme, günlük hayatın yüklerini paylaşma ve ortak sorunların üstesinden gelebilmek için işbirliği yapma fırsatı sağlaması oluşturur.
Sosyal hayatın ayrılmaz bir parçasını teşkil eden komşuluk ilişkisi; dinî, ahlâkî ve hukukî nitelikte bir dizi hak ve yükümlülük doğurur.
Müslümanın, din ve dindarlık farkı, kültür ve bölge farkı gözetmeksizin bütün komşularıyla iyi ilişki içinde olması, İslam’ın yardımlaşma, dayanışma, zarar vermeme, küs durmama ilkeleri doğrultusunda hareket etmesi, bu konudaki örf ve âdetleri ihmal etmemesi gerekir.
Fakir komşu kıyamet gününde zengin komşusunun yakasına yapışarak onu Allahuteala’nın huzuruna çeker ve şöyle der: Ya Rabbi! Şu kuluna sor! Beni niçin mahrum etti? Niçin kapısını yüzüme kapattı?
Örnek Müslüman, komşusunun kendi üzerindeki haklarını bir an aklından çıkarmaz. Sevgi, ikram kapılarını ardına kadar açar. Komşularına karşı sorumluluklarında kusur etmekten sakınır. Sıkıntılı anında yardımına koşar. Huzurlu anında ona destek olur. Üzüntüsüne üzülür, sevincine sevinir, bir musibete uğradığında yanında bulunur. Sabrı tavsiye edip dünyanın geçici olduğunu ona hatırlatır. Taziyesi olduğunda iştirak ederek onları bu acılı günlerinde yalnız bırakmaz, cenazelerinde bulunur. Kederli günlerinde bir nebze de olsa acılarını hafifletmek için üzerine düşeni yapar. Manevi yönden komşularına destek olur.
Bir kimseye zarar vermek, kalbini kırmak kötüdür. Fakat komşuya zarar vermek, onu incitmek dahada kötüdür. Yapılan kusur insana ne kadar yakınsa şiddeti de o kadar güçlü olur, aynı deprem gibi.
Bir meskene değer veren faktörlerin başında; yanında, yakınında, civarında iyi komşular olması gelir. Komşuları kötü olan bir ev ne kadar konforlu ve güzel olsa da içindekileri mutlu edemez, çevresini mutlu etmez. Aksine huzursuzluk verir.
Resulullah Efendimiz’in özendirdiği fazilet, bizi sevmeyeni sevebilmek, vermeyene vermek, gelmeyene gitmek, kötülük edene iyilik etmektir. İşte bu nokta kalpteki imanın, gönüldeki ilâhi muhabbetin ölçüldüğü noktadır.
Osmanlı döneminde Ramazanda İstanbul konaklarının kapıları iftardan bir saat önce açılır, sofralar kurulurmuş; halktan, beyden misafirler gelir, onlarla iftar ederlermiş. İnsanlık varmış, şefkat, merhamet, ikram, cömertlik varmış…
Bizimle aynı apartmanı, aynı sokağı paylaşan kimseler komşumuz olduğu gibi, aynı yolu, aynı okulu, aynı iş yerini, aynı pazarı, aynı vasıtayı paylaştığımız insanlar da komşularımızdır. Bizimle bu mekânları ve şartları paylaşanlar Müslüman olabileceği gibi, diğer dinlere mensup insanlar da olabilir. Aynı şekilde bize dost kimseler olabileceği gibi düşman da olabilir. Hatta bizimle aynı ortamı paylaşanlar hayvanlar da olabilir. Sonuçta ortak mekânları paylaştığımız bütün canlılar komşumuzdur ve onlara karşı vazifelerimiz vardır.
Komşularımızı bazen kendimize akrabalarımızdan daha yakın hissederiz. Akrabalarımız uzakta olabilir; ama komşular hep yanı başımızdadır. Bir sıkıntı ile karşılaştığımızda ilk komşumuz duyar ve yardımımıza koşar. Sevincimizi ilk komşumuz ile paylaşır, onları hep yanımızda buluruz. İyi komşu, bize güven verir, bir yere giderken gözümüz arkada kalmaz.